Jülide Gülizar
Cumhuriyetin kendisi gibi, onun birçok kurumu da bugün üççeyrek yüzyılı geride bıraktı.
Cumhuriyet yönetimi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan, her alanda bir enkaz olarak devraldığı ülkede, pek çok şeyin eksikliğini ortaya çıkarmıştı. Köhnemiş, çürümüş yönetimden, çağdaş bir görünüme dönüşmek isteyen Türkiye Cumhuriyeti hemen hemen bütün kurumları yeniden oluşturmak, değiştirmek zorundaydı. Ortaçağ karanlığından uygarlık aşamasına geçmeye… Ümmetten devlete dönüşmeye… Medreseden okula geçmeye bu kurumlarla ulaşmak mümkün değildi. Bu “imkânsız” denilecek kadar zor bir sorundu. Ardarda gelen savaşlarla yorgun düşmüş, yıllarca yoksullukla, yoksunlukla boğuşmuş… Zafer sonrasında bile bir lokma, bir hırkaya talim eden, acılı-çileli, eğitim düzeyi çok düşük bir halkın, böylesine büyük bir değişime katlanamayacağı apaçık ortadaydı. Yüzyıllar boyunca bastırılmış, ezilmiş, yasaklanmış, kafesler arkasına hapsedilmiş bir başka kesimin, kadınların da bu çabaya katılması, bir “taze güç, yeni bir coşku” olarak değerlendirilmesi gerekiyordu. Yeni Türkiye’nin yöneticileri, yoksul bir halkla –çok zor da olsa- bir şeyler yapılabileceğine, ama cahil bir halkla hiçbir yere varılamayacağına inanıyorlardı. O nedenle işe eğitimle başlamak gerekiyordu.
Bu mekteplere 16-45 yaş arasında herkesin kayıt yaptırması zorunluydu. Erkekler haftada dört, kadınlar da iki gece katılacak, kısa sürede “okur-yazar” durumuna geleceklerdi. Bu mekteplerde hem hiç okuma yazma bilmeyenler hem de eski Türkçeyi bilenler eğitilecekti.
Millet mektepleri, beklenen başarılı sonuçları verdi. A’yı B’yi bilmeyen bir halk, kısa sürede okumayı söktü, yazmayı öğrendi. Yurttaşlık bilgilerini arttırmak isteyenler ilk aşamadan sonra, aritmetik, ölçü, kompozisyon, düzgün okuma, sağlık bilgisi, yurt bilgisi derslerinin verildiği aşamalarda okudular. Akılları, yaratıcılıkları, dirençleri, sevgileri, her türlü düşünce ve duygularıyla, kara çarşafların içinde, kafeslerin arkasında ömür tüketen kadınlar da Millet Mektepleri sayesinde toplumdaki yerlerini almaya başladılar. Sözün özü hiçbir işe yaramayan böylesine görkemli bir güç, toplumun yararına sunuldu.
Atatürk ve arkadaşları işte bu gücü fark etmişlerdi. Hele, bu gücün Kurtuluş Savaşı’nda verdiği sınav da ortadayken… Neler yapılmazdı ki…
İzlenecek yol kendiliğinden ortaya çıkmıştı…
“Toplum, kadın ve erkek el ele, yeniden yaratılacak, oya gibi işlenecek, yeni ve çağdaş bir görünümle dünyanın önüne çıkacaktır. Erkekleri alacakaranlıkta, kadınları zifiri karanlıkta bir toplumun uygar olması düşünülemez. Aydınlığa, çağdaşlığa birlikte ulaşılacaktır.”
Karar verildi, kollar sıvandı Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti dünyanın ufkunda doğuyor.
Şimdi sizlerle 20. yüzyılın ilk çeyreğine dönelim. Yıl 1923. Ülkede Cumhuriyet yönetimi kurulmuş, yepyeni bir devlet bütün onuru ve gururuyla ortaya çıkmış. Cumhuriyet’in Başkenti 16 gün öncesinden hazır: Ankara… Ne var ki, bu durumu içine sindiremeyen pek çok ülke, Ankara’yı başkent olarak tanımamakta direniyor. Ama Türkiye de direniyor: “Başkentimiz Ankara’dır.”
Ankara… Bakımsız, harap, yazın topraktan tozdan, kışın soğuktan buzdan geçilmez, bir Orta Anadolu kasabasından bozma başkent… İşte bu Ankara’nın Hacı Bayram Mahallesi’ndeki harap mı harap bir evine gidelim. Dokunsanız yıkılıverecek bir yapı. Yöneticiler, kızların bir an önce öğretim ve eğitime başlayabilmeleri için, ellerini alabildiğine çabuk tutmuşlar. Harap evin önündeki kızlara “Burası Ankara’nın Kız Lisesi, sizin liseniz” diyerek kapıdan girmelerini söylüyorlar. Tam 79 kız sevinç ve coşku içinde içeri dalıyorlar. Elbette çok tuhaf duygular da yaşıyorlar. Çünkü binanın içinin de dışından farkı yok. Ama elde bulunan bu, özlenen atılımlar burada yapılacak, burada yaşanacak. Okulun ilk müdürü Sakallı Ali Rıza Efendi diye tanınan Ali Rıza Esen’dir. (Esen 20.11.1923’te başladığı görevini 15.12.1927’ye kadar sürdürecektir.)
Bu 79 kız öğrenci Ankara Kız Lisesi’nin temeline konulan ilk harç… Sayıları bugün onbinleri, yüzbinleri bulan Ankara Kız Liselilerin öncüleri olarak, tarihteki yerlerini alıyorlar.
1923-1924 ders yılı, başladığı hızla bitiyor, bir süre sonra da yenisi başlıyor. O da ne? Öğrenci sayısı tam 115. 79 öğrenciyi zar zor barındıran bu derme çatma binanın 115 rakamına hizmet vermesi olanaksız. Yöneticiler bir kez daha kolları sıvayıp yeni bir yer aramaya başlıyorlar. O yılların Ankara’sı Ulus’ta başlayıp Samanpazarı’nda biten, deyimin tam anlamıyla avuç içi kadar bir yer. Yine de aranan bina kısa sürede bulunuyor. Anafartalar Caddesi’nden yukarıya doğru çıkarken, sağda eski Türkocağı binasının yanındaki bir yapı. Hiç vakit geçirmeden okul yeni binaya taşınıyor. Eskisine göre, kullanıma daha elverişli bir yer burası.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk’ün karşısında yenik düşen ülkeler Başkent olarak tanımamakta ne kadar direnirlerse dirensinler Ankara hızla genişleyen ve nüfusu artan bir kent olarak yaşamını sürdürüyor.
Ankara Kız Lisesi de öyle. Çoğalan nüfusun ve yükselen eğitim hevesinin en güzel göstergesi. Öğrenci sayısı 1927 yılında 400’ü buluyor.
1930’da okula yandaki bir bina da ekleniyor, ama 400 öğrenci için yeterli olmuyor. Yöneticiler, çözümü öğrencilerin bir bölümünü Türkocağı binasına yerleştirmekte buluyorlar. Ne var ki, bu kez de okulun bahçesi gündeme geliyor. Çünkü bahçe öğrencilerin rahatça koşup oynayabilecekleri, gezip eğlenebilecekleri, beden eğitimi yapabilecekleri büyüklükte değil. Oysa çocukların bu alanlarda da eğitilmeleri gerekiyor.
Yöneticiler, kısa sürede sorunun üzerine eğiliyor ve çözümü buluyorlar. Geçici bir çözümdür bu; ama kalıcı çözüm de er geç bulunacaktır.
Bitişikteki binaların bazıları satın alınarak yıktırılıyor ve bahçe yaptırılıyor.
Böylece okulun bahçesi yeterli büyüklüğe kavuşturuluyor.
Öğrencileri oradan oraya taşımak… Bir bölümünü bitişik binaya aktarmak… Birkaç binayı satın alıp yıktırmak… ve benzeri çözümler ile bir yere varılamayacağı, kalıcı bir duruma ulaşamayacağı apaçık ortaya çıkmıştır artık. Gündeme, bütün gereksinimleri karşılayabilecek, öğrencileri her bakımdan rahat ettirebilecek yeni bir okul binası geliyor.
Ve…
O zamanlar adı Namazgâh tepesi olan yerde, Numune Hastanesi… Yeni Türkocağı, Etnografya Müzesinin bulunduğu semtte bir arsa alınıyor. Alman mimar Ernst Egli’ye bir proje yaptırılıyor. Artık yapım çalışmalarına başlanabilir.
O zamanlar her olay hızla başlatılır, hızla sürdürülür ve hızla bitirilirdi. Çünkü zaman “az”, yapılacak işler “çok”tu. Atatürk’ün diliyle söyleyelim: “az zamanda çok ve büyük işler başarmak” gerekiyordu.
Kız Lisesi’nin iki aşamada tamamlanması planlanan yapımına 1930’da başlanıyor. 1930-1931 ders yılında, lise öğrencileri üçte birlik bölümü bitirilmiş yeni binada okuyorlar. Ortaokul öğrencileri ise, aşağıda, ana caddede bulunan İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün bir bölümüne yerleştiriliyor. Onların öğretim ve eğitimi Kız Ortaokulu adıyla orada sürdürülüyor.
1934-1935 yılında yeni bina tamamlanmıştır. Ortaokullu, liseli 862 öğrenci bu çağdaş binada okuma olanağına kavuşmuştur. Artık, Atatürk ve arkadaşlarının “kızların eğitim görmesi, toplumun kalkınmasını, gelişmesini erkeklerle birlikte başlatması” ideali de gerçekleşmiştir.
Ankara Kız Lisesi o yıllarda Başkent’in tek kız lisesidir. 1950’ye gelindiğinde öğrenci sayısı 1000’i bulmuştur. Zaman içinde bu sayının katlanarak artacağı da apaçık ortadadır. Bu gerçeği dikkate alan yöneticiler 1951-1952 ders yılında orta kısma kayıt yapmayı durduruyorlar. Var olan ortaokullular da üç yıl sonunda “liseli” oluyorlar.
Yeni okul artık, tam anlamıyla bir lisedir. Ankara Kız Lisesi…
Ankara Kız Lisesi 1976-1977 ders yılında bir kimlik değişimine uğruyor. Çünkü o ders yılında okula erkek öğrenciler de kaydediliyor. Adı da Ankara Lisesi’ne dönüştürülüyor.
Ankara Kız Lisesi Cumhuriyet Türkiye’sinin çok çok önemli eğitim kurumlarından biri. Çünkü yeni yönetimin ilk oluşturduğu birkaç eğitim kurumundan biri. Atatürk’ün kızların eğitim ve öğretimine verdiği önemden doğmuş. O nedenle Atatürk için de apayrı bir öneme ve değere sahip. Kurulduğu andan başlayarak bu liseyi “ilgi alanı içinde” tutuyor. Sık sık ziyaretler yapıyor, derslere giriyor, sınavlarda yer alıp sorular yöneltiyor.
Örneğin 1934-1935 ders yılının başında Ankara Kız Lisesi’nin, tam kadroyla öğretime başladığı yeni binasına geliyor. Upuzun koridorun iki yanına sıralanmış sınıflardan birinin önünde duruyor.
İçerideki dersin ne olduğunu öğrenmek istiyor. Yurt Bilgisi olduğunu öğreniyor. Derse girip giremeyeceğini soruyor. Okul Müdürünün iznini alarak kapıyı tıklatıyor ve içeri giriyor. Bir süre dersi dinledikten sonra, öğretmene soruyor:
“Müsaade eder misiniz ben de bir soru sorayım?”
Ve soruyor:
“Vatandaşın en büyük hakkı ve görevi nedir?”
Öğrenciler yanlış yapmaktan korka korka düşüncelerini açıklıyorlar. O da dinliyor, cevaplar konusunda yorumlar yapıyor. Yanında bulunanlar, müdür ve öğretmenler, haline tavrına ve sözlerine bakıp “Onun yeni bir devrimin başında olduğunu” anlıyorlar.
Öğrencilerin söylediklerini bir cümlede toparlayan Atatürk, kendi sorusunun cevabını kendisi veriyor:
“Vatandaşın en büyük hakkı seçim, en büyük görevi de askerliktir.”
Ardından müdür Tezer Taşkıran’ın öğretmen ve öğrencilerine bir soru yöneltiyor:
“Bir gün mebus olmak ve memleket idaresinde sorumluluk almak için hazır mısınız?”
Sorunun cevabı elbette olumludur. Atatürk konuşmasını sürdürüyor:
“Dünyada kadınlar seçmek ve seçilmek hakkını kazanmak için çok mücadele ettiler. Biz sizlere, mücadele etmeden bu hakkı veremezdik. Ne var ki, analarınız büyük Türk tarihi boyunca bu mücadeleyi yaptılar. Siz de, asıl onların olan seçme ve seçilme hakkına kavuşacaksınız. Ama demin söylediklerimi hatırlayın. Mebus seçersiniz, mebus olursunuz; ama aynı şekilde asker de olacaksınız.”
Anında bir genç kız kalkıyor ve olumsuz tepkisini gizleyemediği bir sesle konuşuyor:
“Eğer beklediğiniz bu ise, biraz geç kalmış olmuyor musunuz? Ulus alanındaki anıtta mermi taşıyan kadın benim annemdir.”
Atatürk, Türk kadınlarının yaşamına geniş ufuklar açacak devrimin müjdesini vermek üzere geldiği Ankara Kız Lisesi’nden son derece mutlu ayrılıyor.
Atatürk bu ziyareti sırasında, kadınların siyasal haklarında değişiklik yapacak bu yasa, henüz TBMM gündemine girmemişti ama Ankara Kız Lisesi’nin gündemindeki yerini bu yolla almıştı.
Bekleyiş uzun sürmedi ve ziyaretten bir ay kadar sonra 5 Aralık 1935’te söz konusu yasa ortaya çıktı.
O yılların bir öğrencisi anlatıyor:
“1934 yılının Mayıs ayında, Ankara Kız Lisesi bütün öğretmen ve öğrencileriyle Gazi Çiftliği’ne (Atatürk Orman Çiftliği) davet edilmiştik. Tarih öğretmenimiz Afet Hanımın başkanlığında (Afet İnan) Çiftliğe gittik. Zaman hızla akıyor. Kimimiz geziyor, kimimiz ip atlıyor, kimimiz birdirbir oynuyordu. Oyunlarımıza iyice daldığımız sırada, uzaktan gelen bir motor sesi, kulaklarımız bir müjde fısıldadı. Bütün dudaklarda dolaşan tek cümle “Gazi geliyor” oldu.
İşte aramızda. Hal hatır soruyor, hepimizle konuşuyor, ilgileniyordu.
Hepimiz çevresini sardık. Gazi bu sırada hem yanında bulunan Afet Hanım ve diğer öğretmenler, Kılıç Ali, Nuri (Conker), Hikmet (Bayur) Beylerle konuşuyor, hem de oyunları seyrediyordu. Zaman zaman Marmara Köşkü’nün balkonuna çıkıp bizi oyunlarımızla baş başa bırakıyor, sonra inip aramıza karışıyordu. Onun bizim basit oyunlarımızla ilgilenmesi hepimize gurur veriyordu. Bu gururla neşemiz daha da artıyor, hareketlerimizdeki canlılık hızlanıyordu.
Tekrar yanımıza indiğinde yeniden çevresini sardık. Bizimle konuşacak, öğüt verecek diye bekliyoruz.”
Atatürk öğrencilerin beklentisi dışında bir şey yapıyor, “Şimdi hocanızın tarihte okuttuğu savaşları burada tekrar
edeceksiniz” diyor. “Önce Türk-Yunan savaşını yapalım, iki komutan gerekli bunun için, biri Türk ordusunu temsil edecek, öteki de Yunan ordusunu…”
Öğrenciler iyice heyecanlı. Nuri Bey eğilip yerden iki çöp alıyor, avucunun içine koyup gösteriyor ve ellerini arkasına alıp durumu anlatıyor:
“Bu çöplerden uzunu Gazi Hazretleri, kısası Yunan komutanı.”
Yine öğrencimizi dinleyelim.
“Seçimimizi yaptığımızda Gazi’yi arkadaşımın, Yunan komutanını da benim temsil edeceğim ortaya çıktı. Ama ben “Hayır, olamaz, imkanı yok olamaz diye haykırarak yanlarından kaçtım. Uzaktan baktığımda Gazi başta olmak üzere hepsinin bana güldüklerini gördüm. Tarih öğretmenimiz Afet Hanım yanıma geldi, elimden tuttu ve “Unutma ki, Gazi Hazretlerine yenilmek de bir şereftir” dedi.
Buna rağmen benim çocuk ruhumun yenilgiyi kabul etmeyeceğini anlayan Atatürk duruma müdahale ederek, oyunu değiştirdi. Ankara Savaşını yaptıracağını söyledi. Beni Timurlenk, arkadaşımı da Yıldırım Beyazıt olarak görevlendirdi. Afet Hanım bir ara kulağıma, Timurlenk’in, Gazi’nin en sevdiği birkaç komutandan biri olduğunu fısıldadı.
Yıldırım ordusu, Köşk’ün yan tarafındaki mazıların arasında yerini almıştı. Kendimi Çubuk Ovası’nda zannetmiş olacağım ki, havuzun üzerine çıkarak, alacağımız vaziyet hakkında bilgi verdim. (Havuzu Ankara Kalesi olarak kabul etmiştik.)
Gazi’nin hücum emriyle yerlerimizden fırladık, tozu dumana katarak, birbirimize girdik.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yıldırım elimizde esir, kendimize geldiğimizde Gazi’yi Köşk merdivenlerinde, her zamanki gibi ciddiyet ve sevgi karışımı o asil bakışlarıyla hareketlerimizi takip eder bulduk.”
Atatürk saat 10:30’da geldiği Marmara Köşkü’nden saat 21:15’te ayrılmış.
Ayrılmış ama, Atatürk üç gece sonra, yine Ankara Kız Lisesi’nde. Çünkü o gece (12 Mayıs 1934) Lise’nin Halkevi’nde vereceği müsamereyi izlemek istiyor.
Müsamere, saat 20:30’da başlıyor. Atatürk, yanında tarih öğretmeni Afet Hanım ve eğitimci Hasan Âli Beyle (Hasana Âli Yücel) şeref locasında oturuyor.
Perde açılıyor. Sahnede efeler. Efelerin hepsi de, yüzlerine sakal, bıyık yapıştırılmış, üstlerinde renk renk şalvarlar, cepkenler, püsküller bulunan kızlar. Sakalları, bıyıkları düşmesin diye, efelerin hepsinin de elleri yüzlerinde. Nereden bakarsanız bakın sahnede “takma bir erkeklik” ve bir eğretilik.
Atatürk bundan hiç hoşlanmıyor. Uygulama, onun “kadını ve erkeği yan yana getirerek, yakınlaşmalarını, birlikte başarmalarını sağlamak ve kadını kadın, erkeği erkek olarak görmek” idealine ters düşüyor. O nedenle, daha oyunun ilk dakikalarında ayağa kalkıyor, locadan çıkıyor ve kimseye bir şey söylemeden Halkevi’nden ayrılıyor.
Elbette, Atatürk ayrılınca perde de iniyor.
Şimdi tam yeri gelmişken, burada Ankara Kız Lisesi mezunlarından Prof. Dr. Birsen Gökçe’nin bir anısına yer vermenin yararlı olacağını düşünüyorum:
“1953 ders yılı sonuna yaklaşırken İstanbul’un 500. Fetih yıldönümü nedeniyle okulumuzda bir dizi etkinlikler hazırlamaya karar verdik. Başladık ve kısa sürede tamamladık. Bu etkinlikler arasında temsiller de vardı. Temsillerdeki erkek rollerini Atatürk Lisesi’ndeki arkadaşlarımız oynadılar. Hem o rolleri kız arkadaşların yüklenmesi sonucu ortaya çıkacak komik durumlar yaşanmadı, hem daha doğal, daha başarılı bir görünüm sergiledik. Asıl önemlisi, 50 yıl sonra da olsa Ata’mızın ruhunu şadettik.”
Ankara Kız Lisesi’nde 24 Haziran 1933 günü yapılan Yurt Bilgisi, Tarih, Coğrafya sınavlarından sonra öğrencilere verilen karnelerin çok önemli bir özelliği var. Çünkü o gün Atatürk, yanında Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’le Ankara Kız Lisesi’ne gelmiş ve yapılmakta olan sınavlara girmiş. Saat 21:30’a kadar sorular sormuş, cevapları dinlemiş. Sınavlar bitince de karneleri alıp uzun uzun bakmış. Müdür, iki mümeyyiz, üç öğretmenin adları ve imzaları bulunan karnelere “Gazi Mustafa Kemal” diye kendi adını da eklemiş ve imzasını atmış.
O gün sınava giren kızlar genel durum hakkında şöyle konuşmuşlar.
Meziyet:
“İlk soru Hindistan’ın yeryüzü şekilleri hakkındaydı. Sorusuna cevap verirken yaptığım bir yanlışı, bana hiç hissettirmeden, yalnızca birkaç soru sorarak düzelttirdi. Daha sonra Hindistan halkını, dünya üzerindeki ırkları, Hindistan ve Sümer uygarlıklarından hangisinin daha eski olduğunu, dünyanın oluşumunu, Millet Meclisi’nin faaliyetlerini, denetim şekillerini sordu.”
Melahat:
“Çok seviniyordum. Sınava girdim. Şu sorularla karşılaştım. Tarihten: Türklerin anayurdu, Eti’ler, Balkan Savaşı, Kurtuluş Savaşı… Coğrafyadan: Türkiye’nin coğrafi durumu, sömürge politikası… Yurt Bilgisi’nden: vatandaşın millet karşısında görevi.
Çok memnundum. Çünkü sorular çok kolaydı. Mümkün olduğu kadar cevap verdim. Bir süre sonra sevgili Atatürk şefkat dolu sesiyle ‘Ders iyi anlaşılmış, çık artık çocuğum’ dedi.”
“İlk soru olarak Atatürk Ankara’nın coğrafi durumunu sordu. Sonra ‘Anadolu’da Eti Uygarlığı’na geçtik. Kendisi durumu benimle açıklıyordu. Yurt Bilgisi’nde ‘millet ve oluşumu’nu sordu. Cevapların yeterli olduğunu söyleyince dışarı çıktım. Unutulmaz bir gün yaşadım.”
“İlk sorusu, adımın Türkçe karşılığını sormak oldu. Daha sonra tarihten ‘Anadolu’nun ilk halkının giyiniş uygarlığını’ canlandırdık. İkinci sorusu ‘Ege Uygarlığı’ydı. Soruyu bütün ayrıntılarıyla inceledikten sonra coğrafyaya geçtik. Türkiye’nin büyük devletler arasına girebilmesi için ne yapması gerektiğini sordu. Ama cevabını sabırsızlık ve heyecanla yine kendisi verdi.
‘Çalışmak, elbirliği ile çalışmak.’
Yurt Bilgisi’nden ‘vergi, askerlik, seçim ve Meclisin niteliği’ konusundaki soruları da cevapladıktan sonra, sınavdan çıktım.”
Şahende:
“Tarih öğretmenimiz ‘Cengiz Han’ı soralım dedi. Atatürk de ‘Cengiz Han kimdir, nerede hükümet etmiştir?’ Diye sordu. Coğrafyadan ‘Anadolu’da demiryolları’, Yurt Bilgisi’nden ‘ferdiyetçilik ve devletçilik’ hakkında sorular sordu. Kırk beş dakika sonra sınavdan çıktım. Bu sınavı hiçbir zaman unutamayacağım. Atatürk’ün sabahtan akşama kadar bizlerle meşgul olması, bizlerin ve ailelerimizin kalbinde unutulmaz bir yer açmıştır.”
Müzeyyen:
“Sınavdan saat 10:30’da çıkmıştım. Fakat bir türlü eve gidemedim. Akşama kadar okulda kaldım. Eve dönüp kendi kendime kaldığımda Atatürk hiç aklımdan çıkmadı. 12 saat boyunca sorular sordu, cevapları dinledi, bilmediklerimizi öğretti. Kim bilir ne kadar yorulmuştur. Onun bu büyük fedakârlığı, Türk’ün parlak tarihinden başka ne olabilir?”
Mualla:
“Beraberce binlerce yıl öncesine döndük. Etilerden Selçuklulara, oradan Osmanlı Devletine geçtik. ‘Yükselmiş Osmanlı’nın birdenbire çöktüğü dönüm noktası’nı sordu. Sağ elini koltuğunun kenarına vurarak ‘Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana kuşatması’nı ve Kırım Girayının kıskançlık yüzünden ihanetini bir kere daha tekrarlattı.
‘Burada kazanılsaydı’ dedi ‘Osmanlı Devleti gerileme dönemine girmeyecekti.’
Sonra bu sıkıcı havadan kurtularak, birdenbire ‘Kocatepe’ye geçtik. Eliyle küçük harita üzerinde geçtiği yolları gösteriyordu.
Sayısız yüzyılları kucaklayan bu kitabı yıllarca okumuş, fakat hiçbir satırında tarihi yapan, öğreten ve isteyen bir dehaya rastlamamıştık. Duygularımın arasında biraz durdum. Bu arada bütün dönemleri bir kere daha yaşadım. Sonuçta en büyük O’nu, en mutlu kendimi buldum.”
Mukaddes:
“Bizi bize kazandıran ve bütün dünyaya tanıtan Atatürk’ü o gün çok yorduk, fakat okulumuzun her an O’nun sevgisiyle çarpan kalbinde öyle bir iz bıraktı ki, bunu hiçbir yolla anlatamayacağım.”
Hikmet:
“Ben sınava ancak akşamüstü girebilecektim. Bu uzun saatler bana ömrümün en uzun ve en büyük heyecanını çektirdi. Sonunda o son dakika geldi. Bir zil sesi kalbimi titretti. Son bir kuvvetle girdim. Bakışlarıma ilk tesadüf eden o gözleri oldu. O kadar güven ve rahatlık veren bir bakıştı ki, bütün günün heyecan ve korkusu bir saniyede siliniverdi.”
Sabahat:
“Atatürk’le bu kadar yakından konuşup, böyle güzel soruların muhatabı olmanın heyecanını daima duyacağım. O günkü sınavcımız, bütün anlamıyla tarihi bir tarih sınavı oldu.”
11 Ekim 1923’ten 2004’e… tam 81 yıl. Ankara Kız Lisesi bugün 81 yaşında. Kurulduğu günden bu yana son derece hızlı adımlarla parlak bir geleceğe doğru ilerleyen bir eğitim kurumu. Gücünü başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet yöneticilerinden alan bu lise 81 yıl boyunca yeni Türkiye’nin kızlarını eğitti, yetiştirdi topluma kazandırdı. Sayıları artık milyonları, milyonları, milyonları bulan Ankara Kız Liseliler toplumun her alanında, akla gelecek gelmeyecek tüm mesleklerde görev aldılar. Hepsi de büyük başarılara imza attı. Çünkü hepsi de kızların eğitilmesini, topluma kazandırılmasını “ideal” olarak algılayan müdürlerin, “gerçek öğretmenlerin” ellerinde şekillendiler. Bu müdürler ve öğretmenler kızları yalnızca öğretmek ve eğitmekle kalmadılar, onları yaşama ilişkin bilgiler ve deneyimlerle donattılar.
Ankara Kız Lisesi, Cumhuriyet Türkiye’sinin kızları için kurulmuş ilk eğitim kurumuydu. Uzun yıllar “tek” olarak kaldı. Bu lisenin en önemli özelliği, daha doğrusu en büyük şansı Atatürk gibi bir dehanın ilgi ve sevgi alanı içinde olmasıydı. O büyük insan böyle bir kurumu oluşturmakla kalmamış sürekli olarak izlemiş. Kısa yaşamı boyunca sık sık okula gelmiş, derslere girmiş, sorular sorup cevapları dinlemiş, sınavlarda hazır bulunmuş. Dahası, yapılanlardan doğru bulduklarını alkışlamış, yanlış bulduklarını çeşitli yollarla düzeltmiş. Böylesine önemli bir eğitim kurumunun 81 yılını bir kitabın sayfalarına sığdırmak elbette mümkün değil. Kitabın bundan sonraki bölümünde okuyacağınız anılar bu 81 yılı değerlendirmenizde önemli bir ölçü olacaktır.
İLK MEZUNLARIMIZ
|
İSMİ | DURUMU |
312 | Rezzan Zeki | Evlenmiştir |
436 | Cahide Remzi | Felsefe Ş. mezun, A. K. lisesinde |
460 | Nejat Esat | A. H. mezun, İstatistik U. Md. İşyar |
461 | Nahide Kamil | Felsefe Ş. devam ediyor |
494 | Mediha Şükrü | A. H. mezun ailesi yanında |
55e | Güzin Sabahttin | ? |
490 | Semiha Hayrettin | A. H devam ediyor, Maliye Vekaletinde İşyar |
|
İSMİ | DURUMU |
27 | Samiye Hüseyin | A. Hukukundan mezun, İktisat Vekaleti Hukuk Müşavirliğinde İşyar |
34 | Semiha Rıza | A. Hukukundan mezun, Ziraat Vekaletinde İşyar |
94 | Rabia Aziz | A. Hukukuna devam ediyor, Maliye Vekaletinde İşyar |
103 | Nezihe Mesut | A. Hukukundan mezun, staj yapıyor |
111 | Bedia Hakkı | A. Hukukundan mezun, staj yapıyor |
113 | Kevser Abdullah | A. Hukukundan mezun, ailesi yanında |
116 | Firdes Şevket | A. H. mezun, Maliye Vekaletinde İşyar |
121 | Sıdıka Emin | Tarih Ş. mezun A. K. Lisesinde stajyer |
122 | Zahide Emin | Felsefe Ş. mezun, Ailesi yanında |
133 | Nuriye Abdullah | Tarih Ş. mezun, Ailesi yanında |
138 | Semahat Nuri | A. H. mezun, Ailesi yanında |
337 | Adalet Hakkı | Felsefe Ş. mezun, Ailesi yanında |
393 | Perihan Atıf | Felsefe Ş. devam ediyor |
556 | Perihan Rifat | Ailesi yanında |
|
İSMİ | DURUMU |
129 | Münevver. H. | Dişçi M. devam ediyor |
329 | Mükrime. C. | A. hukukuna devam ediyor |
550 | Melek Rasim | İ. hukukuna devam ediyor |
40 | Hatice Hulusi | A. hukukuna devam ediyor |
102 | Lutfiye Hanefi | Maliye Vekaletinde İşyar |
112 | Azize Hasan | A. hukukuna devam ediyor |
131 | Münevver Bekir | Felsefe Ş. devam ediyor |
143 | Piraye Abdurrahman | A. H. devam ediyor |
179 | Sabiha Hüsrev | İstanbul Ticaret M. alisine devam ediyor |
222 | Niğan Kamil | Evlenmiştir |
310 | Güzin Şerafettin | A. H. devam ediyor |
491 | Müfide Fuat | Evlenmiştir |
664 | Perihan Naci | A. H. devam ediyor |
|
İSMİ | DURUMU |
83 | Ümit Lütfü | A. hukukuna devam ediyor |
262 | Gündüz Abdurrahman | Avrupada riyaziye tahsilinde |
379 | Sabiha Ekrem | Tabiiye şubesine devam ediyor |
399 | Handan Ziya | Avrupada tabiiye tahsilinde |
450 | Cavidan Saim | A. H. devam ediyor |
625 | Nezahat Şefik | A. H. devam ediyor |
77 | Nebahat Fehmi | Evlenmiştir |
118 | Azade İsmet | İstanbul H. devam ediyor |
201 | Rukiye Etem | Yük. M. M. Tabiiye şubesine devam ediyor |
211 | Refia Sırrı | A. H. devam ediyor |
244 | Seniha Mustafa | Tıbbıyeye devam ediyor |
249 | Ferhan Salim | A. H. devam ediyor |
251 | Feride Ömer | A. H. devam ediyor |
261 | Melahat Sadettin | A. H. devam ediyor |
288 | Hidayet Sami | A. H. devam ediyor |
302 | Münevver Behcet | Yük. M. M. Tabiiye şubesine devam ediyor |
378 | Enise Lütfü | A. H. devam ediyor |
463 | Mefharet Hüsnü | Tabiiye şubesine devam ediyor |
582 | Vuslat Sadik | Tabiiye şubesine devam ediyor |
|
İSMİ | DURUMU |
80 | Radiye Halim | Kimya Ş. devam ediyor |
126 | Nebahat Canip | A. H. devam ediyor |
184 | Naime Mehmet | A. H. devam ediyor |
200 | Sabahat Fuat | Kimya Ş. devam ediyor |
248 | Zehra Mustafa | A. H. devam ediyor |
269 | Mukadder Emin | Kimya Ş. devam ediyor |
292 | Hatice Salih | Kimya Ş. devam ediyor |
333 | Şahende Muhittin | Tıbbiyeye devam ediyor |
342 | Meziyet Hamdi | Kadiköy Mektebinde Lisan dersi takip ediyor |
350 | Mualla İhsan | A. H. devam ediyor |
613 | Hikmet Feyzi | A. H. devam ediyor |
613 | Mualla Server | Mülkiye M. devam ediyor |
652 | Bedia Zihni | Ailesi yanında |
Kaynaklar:
Ankara Kız Lisesi: Bir Okulun 80 Yılı, Ankara Kız Lisesi Mezunları Derneği, 2004
Ankara Kız Lisesi 1934-1935 Yıllığı
Ankara Kız Lisesi 1935-1937 Yıllığı
Erken Cumhuriyet Döneminde Kızların Eğitimi için Ankara’da İki Önemli Yapı: İsmet Paşa Kız Enstitüsü ve Kız Lisesi, Leyla Alpagut, Yrd. Doç. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
Sayfamızı Paylaşın
|
Etiketler: